Bir Kültür ve Hareket Adamı Olarak Mehmed Doğan
BİR KÜLTÜR VE HAREKET ADAMI OLARAK MEHMED DOĞAN
I-İçimizden İçimize “D o ğ a n” Adam: Mehmet Doğan
Vefatını duyduğumuzda duraksadığımız, “nabz-aşina” olduğumuz insanlar vardır. Aramızda sebepsiz ama sebepli manevi bir rabıtayla etkileşim halinde olduğunuz; fikren, manen beslendiğiniz, ortak anlam ve misyona sahip olduğunuz güzide insanlar..
Dosdoğru işleyen bir saate duyulan ihtiyaç ve itimat gibi, hayatın hay huyu içerisinde derkenar pozisyonda “göz ucuyla” da olsa hep takibinizde olan insanlar…
Onlarla aynı zamanlarda aynı zaman dilimini paylaşmanız bile mutluluk verir insana. Bilirsiniz ki bütün aydınlıkları ve sıcaklıklarıyla oradalar: “İyi ki varsınız!” anlamında teselli ve güven hali verirler.
Bir mânâda “gül alırlar gül satarlar” sadedinde kurulan manevi bir “rabıta” hali içerisinde anlatılmaz belki yaşanır kabilinden bir halet yaşatırlar. Yaşadığımız modern zamanların baskın olduğu seküler dünyada daha farklı bir üst anlam taşır bu anlam-değer birlikteliğiniz. İhtiyacını hissettiğiniz zorda kaldığımız zor zamanlarda bizi temsil eden görünür haldeki o fedakar keyfiyetli şahsiyetler daha bir önem arz eder.
O vakit, yani namüsait bir mahiyette tezahür eden imkân ve şerait dahilinde, koca bir yürek vüs’atin de zulmü ve ihaneti haykıran, milletin soluğuna soluk, nefesine nefes, sesine ses olan yiğitlerin varlığı idealiniz olur.
Istırabıyla kıvrandığımız, derdine yandığımız kök mesele halini almış mili manevi davamızla tutuşan, yürekleri tutuşturan, bu uğurda kendilerini hasreden, vakfeden kalpten atar damarlarımızın varlığı, sebepler tahtında hayati öneme haiz olduklarını söylemeye ne hacet…
İçimizden birer çınar gibi boy veren keyfiyetli şahsiyetlerin samimiyetleri, bitmeyen gayretleri, her şeye rağmen bulunan bitimsiz şevkleri, o derece derin hüzünleri, tavizsiz duruşları, mihenk taşı oluşları, on ikiden vuruşları ne saadet… Bu eksende halelenen kanaat önderlerimiz, zihinlerimizi aydınlatanlarımız, içimizi ısıtanlarımız ister istemez olağan halde kemaliyle sizi kendilerine cezbeder ve dahi sizi mest ederler.
Mehmet Doğan Bey Abi’mizin helaket ve felaket asrına aynelyakin ve ilmelyakin şahit oluşunun, safını bilip cesurca vaziyet alışının tanıklarıyız. Medeniyetimize ve kültürümüze bütün yürekliliğiyle derinliği olan ve yetkinliğiyle tek kişilik hazır kıtamızdı. Hep bu uğurda, bu davada, bu ülke bu millet için canhıraş pervane olmasıyla gönlümüzde taht kurmuştur.
Ne var ki, bütün metanet ve itikadimize rağmen vefat haberiyle, tekledik, sarsıldık. İman, itikadımızla ve hizmetleri, bizlere bıraktığı eserleriyle teselli bulduk. Bu vesileyle kitaplığıma baktım, ilgi odağımda alıp okuduğum ona yakın kitap arasında, ilk edindiğim ve okuduğum (1982) kitabı Merhum Doğan Abinin de ilk kitabıydı: “Batılılaşma İhaneti” (1975). Bu kitap bana, idrakim genişledikçe, yüreğim kabardıkça karşıma dikilen ve ruhumu daraltan yetersizliklerimizin, budalalıkların, ihanetlerin bir yansıması olan, ideolojik kör duvarı inşa eden çağdaş Firavunların kötücül varlığının, bütün dehşetiyle yapıp etmelerinin gerçekliğini hayıflanarak resmediyordu.
Gerekçeleriyle, belgeleriyle birlikte söylenmesi gerekeni eğip bükmeden söyleyen, “işte bu!” diye parmak şıklatan, zihin açıcı bir kitap olarak tuttum, “Batılılaşma İhaneti’ni. Şu an itibariyle kitap 39. baskısına ulaştığını göstermesi boşuna değildi. Böylece bu seyirdeki müteselsil çalışmalara milli ve manevi musibet olan Pandora’nın kutusunun kirli kapağı açılmış oluyordu. Ve yazarımız içimizden biri olarak ama önümüzde ufuk açan, yol açan grubun yürekli ve şerefli öncü şahsiyetleri arasında yerini alıyordu.
O gün bugündür takip ettiğim, yaşayan öncü büyüklerimden, yazarlarımdan, modellerimden biri olmuştu. Yazıları, sunumları, kültürel çalışmaları hep ilgi odağımda olmuştu. Türkiye Yazarlar Birliği Sultanahmet yerleşkesinde, değişik fikri toplantılarda yakinen mülaki olma şerefine nail olmuşluğumuz vardır. Sosyal medya maharetiyle de farklı gruplarda, daha önemlisi “şahs-ı manevi” sadedinde hep etkileşim halindeydik.
Mehmet Doğan Abi arkasında, kaleme aldığı birbirinden güzel ellinin üzerinde ilim, irfan, tarih, dil, kültür, sanata dair, edebi türde ve konuda yazı ve kitaplarından müteşekkil büyük bir külliyat bıraktı.
Sayısız makaleye, fikir ve kültür hizmeti veren birçok kültürel yapılanmaya ve çalışmaya öncülük edip imza atmıştır. Özellikle yakın yüzyıllık tarihimiz, kadim kültürel değerlerimize dönük adeta kültürel soykırıma gidilmesini mercek altına alması önemlidir.
Milli Mücadele’nin rağmına, derin anlamına ters köşe yaparak kurgulanan ve kurumsallaştırılan Batıcı Kemalist rejimin yılmaz bir muhalifi olarak bu kapsamda onlarca eser verir. Resmi tarihin rejim cenderesinde yaşanan çarpıklıklar, ihanetler, yanlışlıklar, ihmal edilmişlikler, kast edilmişlikler, mağduriyetler kök sorun cihetiyle O’nun çalışmalarında merkezi bir yer teşkil eder.
O, bizim neslin fikir-kültür bağlamında yaşayan öncü kadrosundandı. Mehmet Doğan Bey Abi bu toprakların, Anadolu’muzun okumuş has evlatlarında biri olarak bu ülkenin tarih ve kültürünü derinden terennüm eden, bu doğrultuda mücadele eden, eser veren velud yazarlarımızdan, kültür hizmeti öncülerimizden biriydi..
Çalışmalarıyla bu uğurda kök meselelerimizi kendine dert edinen, kafa yoran, eserler veren, hizmet eden organik aydınlarımızdan biri olarak bildik. Bizden, içimizden biri olması hasebiyle iftiharımızdır. Ancak bu paye kolay elde edilmemişti. Diken gibi diklenen rejime rağmen var olmanın, karşı olmanın, karşı koymanın, dik durmanın ve yol almanın zorluklarını, sıkıntılarını yüksek dozda yaşadığını da biliyoruz.
Mehmet Bey Abi’nin yüzüne bir bakın, bir İslam coğrafyasının hüzün haritasını görürsünüz. Tozlu ak saçları, son demde aşinası olduğumuz kırçıllı sakalı, kepekli sesi, buğday renkli teni, hüzünlü olduğu kadar kalbinden yüzüne yansıyan sekineti, üstünden eksik olamayan “Ahmet Bey’in ceketi”… Humuslu toprak gibi verimli… Mütevazılığıyla yaşadı ve göçtü. O, yakın tarihimizin öncü büyüklerini takip eden biri olarak çok yönlü alakadarlıklarının olduğunu biliyoruz. Ancak kültüre adanmışlığı ve karakteri itibariyle yazın kavurucu sıcaklığında ekin tarlasının kavrukluğunu yansıtan kavruk hali nasıl anlatılır, bilmem. İç Anadolu’nun An-Kara ikliminin hüküm sürdüğü kavruk ekin tarlasında olgunlaşmış başaklarda olan tevazu, tevekkül, sıdk ve sadık haliyle Hacı Bayram Veli dervişan halini görürsünüz.
Tıpkı zamana inat zaman ötesinden ses veren, “Taceddin Dergahı” da derin hatırası olan bu toprakların organik olduğu kadar kavruk, bağrı yanık “altın başaklarından” biri olan İstiklal Şairimiz Mehmet Akif’ e yakın dursa da; belki daha çok yakini bir etkiyle kervanına katıldığı “Hareket” ekolünün öncü iradesi, fikir ve ahlak adamı Nurettin Topçu’yu hatırlatıyordu. O sevdiğimiz şahsiyetlerden hep bir şeyler hatırlatıyordu.
Neticeyi kelam, kendi özelimde genelleme yaparak söyleyecek olursam kendilerinden, şahsiyetlerinden, beyefendiliğinden, dava adamlığından, eserlerinden çok şey öğrendik.
Gelip geçici fasıllarla değil, asıllarla ilgilenmeyi; kök problemlerimiz üzerinde durmayı; geçici olana takılmayı değil kalıcı olanı terennüm etmeyi öğrendik mesela.
Kadim değerlerimizin önem ve önceliğini, dünden bugüne bilhassa yakın tarihimize dair olup biteni, iteni, geleni, gideni öğrendik mesela.
Kadim kültür köklerimize eğilerek oradan beslenen yüksek bir idrakle zamanımıza hikmetle seslenmeyi öğrendik mesela.
Anadolu’nun okumuş evlatlarının ilim, irfan, kültür ve fikir adamı, münevver ve organik “aydın” modelini öğrendik mesela.
Her şartta olanı veri kabul edip olması gerekeni oldurma cehdini, azmini, sebatını öğrendik mesela.
Bir ömür boyunca iğneyle kuyu kazarcasına kelime kelime, hece hece, cümle cümle, paragraf paragraf, sahife sahife, kitap kitap kendimizi hasmımızı idrak ile kendimizi var kılmayı öğrendik mesela.
Yazılarından, araştırmalarından, ilminden, irfanından, kelimelerinden, yazılarından, kitaplarından gayretinden hayretinden, çalışkanlığından, şevkinden, teşvikinden, öncülüğünden çok şey öğrendik mesela.
Bu bapta yapabileceğini bahane bulmadan sonuna kadar yapmayı, yapılması gerekenin sınırlarını zorlamayı öğrendik mesela.
Onun yazı ve mücadelesinde dostumuzu, hasmımızı fark ettik; tanıdık; öğrendik; bildik; belledik. Dostumuzu muhabbetle sevmeyi, hasmımıza cesaretle karşı koymayı öğrendik mesela.
Düşmanın düşman olarak bellenmesini, o konuda santim sapmadan hasmımıza nasıl karşı koyacağımızı öğrendik mesela.
Karanlığa küfretmeden bir mum yakmanın lazımını, o seyirde yolumuzu aydınlatmanın, istikametle mesafe almanın yürüyüşünü öğrendik mesela.
Ezcümle akıl sahiplerinin idrak edip anladığı gibi “Bilenler ile bilmeyenler, hiç bir olur mu?”yu onun şahsında bir kez daha idrak ettik. Şartlar ne olursa olsun velev ki “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikiniz” hakikatini onun yapıp etmelerinde bir kez daha heceledik.
Merhum Mehmet Beyefendi Abi, hareketli ve bereketli nice güzel hizmetlere vesile olması, kemiyet ve keyfiyet ölçeğinde eserler vermesi, önemli mertebe-itibar ve muvaffakiyetler kazanmış organik bir aydınımız olarak, Anadolu irfanını içselleştirmiş hep tevazu sahibi haliyle halktan biri oldu, öyle yaşadı öyle de veda etti. Gök kubbemizde baki kalan hoş bir sada olmuştur.
II. Bir Kültür ve Hareket Adamı Olarak Mehmet Doğan
Merhum Mehmet Doğan ilim, irfan, tarih, dil, kültür ve sanat alanında birçok edebi türde birbirinden güzel kitaplarından müteşekkil ellinin üzerinde büyük bir külliyat bıraktı. Sayısız makale yazmış, fikir ve kültür hizmeti veren birçok kültürel yapılanmaya ve çalışmaya öncülük edip imza atmıştır. O; bizim neslin fikir, kültür bağlamında yaşayan öncü kadrosundandı. O, eserlerinde sorunları gündeme getirmekle kalmayıp çözüm önerileri de sundu.
Mehmet Doğan; davasında bir fikir insanı, kültür adamı bir o kadarda “Hareket” adamıydı. Onu yakından tanıyanlar ve bilenler şu bilgilerin yabancısı değillerdir:
O, otuz gibi genç denebilecek bir yaşta idealist bir grup aydınımızla birlikte “Yazarlar Birliği Vakfı”nı (1978) kurar ve başkanlığını yapar. Vakıf, 1985’te Bakanlar Kurulu kararıyla “Türkiye Yazarlar Birliği” adını alır. Bugün 13 ilimizde yer alan 13 şubesiyle aktif olarak fikir ve kültürel faaliyetlerini sürdürmektedir.
“38 yıldır gelenekleştirdiği ‘Yılın Yazarları’ değerlendirmeleriyle, 34 yıldır çıkardığı, ülkemizde alanında tek yayın olan ‘Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı’, 25 yılı geride bırakan ‘Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri’, yazarlık alanında ilk defa düzenli öğretim sayılabilecek ‘Yazar Okulu’, ‘Safahat Okumaları’ ve 18 yıl kesintisiz süren ‘Mesnevî Dersleri’, geçen sene 4.sü yapılan ‘Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’ ve ‘Ahlâk Şuraları’, bu sene 4.sü yapılacak olan ‘Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni’, 10 yılı geride bırakan ‘Edebiyat Mevsimi-İstanbul Edebiyat Festivali’ ve 14 yıla ulaşan ‘Cahit Zarifoğlu Çocuk Şenliği’ (Konya) vb. faaliyetlerle zihin dünyamızın şekillenmesinde önemli rol oynadı.”
21. yüzyılda bir yazarın donanımının nasıl bir keyfiyette olması gerektiğine dair “Yazar Okulu Atölyesi”ni (2020) açar. Bugün eser veren birçok yazarın yetişmesini sağlar.
Fikir ve kültür yönüyle dert edindiği konu ve çalışmalarına gelince orada önemli bir gayret, emek ve somutlaşmış eserler görürüz.
Misalen başat eserlerinden biri olan başlı başına temel bir alan ve eser niteliği taşıyan “Büyük Türkçe Sözlük” (1981) çalışması.
Mütefekkir Cemil Meriç “Kamus namustur.” der. Kamusu olmayanın namusu da olmaz. Ne var ki gel sen bunu içimizdeki “namussuzlara” anlat. İşte kültür, dil, lügat, kelime, mana merkezli çalışmalar tam da bu zevat için bir göndermedir. Bununla birlikte bu konuda sakatlanan ve aklı karışıklar yani bir oranda bizler için kılavuz niteliği taşır.
İşte çölleştirilmeye çalışılan dilimizin yapı taşları olan kelime/sözcük kamusumuzdan namuslu bir çalışma olarak iğneyle kuyu kazarcasına, el emeği göz nuru ile hazırlanan başlı başına tam bir şaheser: Büyük Türkçe Sözlük.
Genelde veya mezkur özel şartlarımız gereği medeniyet perspektifinde kültür, dil, sözlük konusunda ne kadar söz söylenirse, kitap yazılırsa sezadır. Nitekim kıymetli yazarımız da öyle yapmıştı.
“Bir Lügat Bulamadım” (2001): Kendini yazan bir kitap. Macera, yazarın daha orta mektep talebesiyken, Dil Kurumu inşaatında çalışan bir hasmının hediye ettiği bir sözlükle başlıyor. Küçük öğrenciye önce çok büyük, hatta muazzam ve mükemmel görünen bu sözlük zamanla hem küçük hem kifayetsiz ve hem de kusurlu görünmeye başlar. Yazar bu hususta kesin kanaate ulaştıktan sonra, gerçek bir sözlük arayışına giriyor. Bulamadığı sözlüğü kendisi hazırlamaya karar veriyor! Çeyrek asır içinde en fazla mesai harcadığı kitap, sürekli genişlettiği o “Büyük Türkçe Sözlük” bu sözlüktü.
Misalen tarih sırasına göre “Devlet Sözlük Yazar mı?” (2003) kitabı Türkçe sözlükleri okumak ve tanımak isteyenlere kılavuzluk eden bir kitap.
“Dil, Kültür, Yabancılaşma”da (2016) yaşadıklarımızdan hareket edilerek dil geri planı, geçmiş kurcalanmakta ve genel-geçere aykırı doğrular ortaya konulmaktadır.
“Söz Okyanusunda Yolculuk” (2018) eserinde okuyucularını kelimelerin dünyasında anlamlı bir yolculuğa çıkarıyor.
“Türkçenin Cenaze Töreni” (2020) kitabı dil devriminin gösterişli başlangıcı 1. Türk Dil Kurultayı’nın her türlü bozuk niyetini ve kifayetsizliğini resmeder.
“Türkçe Düşünmek Türkçeyi Düşünmek” (2021) eserinde dile müdahalenin Türkçenin genetiği ile oynamaktan başka bir şey olmadığını söyleyerek bugün akademide kullanılan dilin GDO’lu bir dil olduğu ihtarını çeker.
Yetmedi, “Kelimelerin Seyir Defteri” (2021) yazılır. Kitap, dillerin denizler gibi durağan olmadığını söyler. Kelimelerin takip ettiği seyir aslında bizim kültür tarihimizin, medeniyet tarihimizin değişimini ve gelişimini anlamamıza, açıklamamıza yardımcı olur.
Bunca kültürel soykırım ve katliamdan sonra cevabı belli olan bir soru şu:
“Neden Klasiklerimiz Yok?” (2016): Zihnimize, hafızamıza, yani medenî-kültürel varlığımıza müdahalelerin neredeyse iki asırlık tarihi var. Cumhuriyet’i takip eden kuşaklar, kültürel bir çölleşmeye maruz kalmışlardır. Bu kitabın yazılış amacı, kimlik ve kişilik değiştirici bu müdahaleleri doğru bir zeminde değerlendirmektir.
Bunlarla birlikte adaşı, misyonu ve davasıyla içindeki ateşin koru olan Mehmet Akif’in yazarımız üzerinde, dolayısıyla çalışmalarında ayrıcalıklı bir ehemmiyeti haizdir. Bunlar belki ayrıca ele alınmayı hak eder niteliktedir.
Bu arada Kültü ve Hareket insanı Doğan, bir ömür boyu yaşadığı zaman diliminde kültürel bağlamda müspet her bir değerden ve kaynaktan istifade ettiği aşikar. Bunların değerlerin olmazsa olmazlarından, kendilerinden doğrudan ve dolaylı etkilendiği, beslendiği iki kaynak, hiç şüphesiz “Büyük Doğu ve Hareket” ekolüdür.
Necip Fazıl’a yetişmek ve ondan canlı kanlı haliyle istifade etmek büyük bir nasiplenmektir. M.Doğan’ın ifadeleriyle” Necip Fazıl:” Yani Necip Fazıl şairdi, sanatkardı, sonra dergi yayıncısı oldu. Fikir öncüsü olarak kendisini takdim etti. Ve 1960’tan sonra da artık konferanslarla gerçek bir aksiyon adamı, hareket adamı olarak önümüze düştü.” İşte bu Harekat adamlarından biride Nureddin Topçu’ydu. Kendilerinin ilk yazısı ve şiirinin yayımlandığı (1968) ve yakın olduğu “Hareket” dergisiydi. Zaman ve mekan boyutunda mizaçları farklı, davaları bir devasa iki şahsiyete ait kaleme aldığı “İki Yol Açıcı: Necip Fazıl ve Nurettin Topçu” (2016) kitabı; bu iki ekol muhtevasında kendisinin etkileşimi sürecindeki fikirleri ve yorumlarını içerir.
Muhterem Mehmed Doğan, kitapta Topçu ve Kısakürek’i çeşitli yönleriyle ele alır. İlgili iki farklı şahsiyeti, iki yazarı, “Türkiye’nin bugününü hazırlayan fikri dönüşümün yol açıcıları” olarak tanımlar. Burada felsefi, fikri, irfani derinliğiyle Nurettin Topçu’nun tamamen bu sahada kalmış, siyasete meyletmemiş olduğu nazara verilir.
Kıymetli yazarımızın kültür odaklı çalışmaları genişleyen yelpazede devam etmiştir.
“Türk Kültürünün Coğrafyaları” (2010): Türkiye ve Türkistan, ikisi de “Türk ülkesi” demek. İki coğrafya arasında binlerce kilometrelik mesafe var. “Türk” olarak adlandırılan toplulukların tarih boyunca ve günümüzde Asya ve Avrupa’da çok geniş coğrafyalara yayılmaları, farklılaşmalara ve tanımlama güçlüklerine yol açıyor.
“Orta Doğunun Türkçesi” (2017): İngilizlerin 1940’larda verdiği isimle “Orta Doğu” denilen İslâm’ın merkez topraklarını bin yıldan fazladır Türkler yönetti. Eğer bu dönemi tanımlarken etnikliği/ırkı aşan “Türk” kavramını unutursak hakikat temelli bir tarih yorumu ortaya koyamayız.
Yüzyıl sonra Türkler tekrar İslâm dünyasından tecrit edilirse emperyalistler açısından Orta Doğu’yu yönetmek hiç zor olmayacak, ihtarı yapar. Nitekim kendileri bizzat şahsi gayretleri ve başkanı olduğu Türkiye Yazarlar Birliği maharetiyle, eski Rusya’nın (SSCB) dağılmasıyla birlikte önüne arkasına bakmadan defaten Türk devletleri, halklarına yönelik bir çok kez ziyaretler yapmış, ortak kültürel şölenler ve çalışmalar tertip edilmesini, kültürel proje çalışmaları yapılmasını sağlamıştır.
Hiç şüphesiz hürmetli yazarımızın hizmetleri ve kitapları bunlardan ibaret değildir. Tarih, yakın tarih, kültür bağlamında çaplı birçok esere imza attığını biliyoruz.
Mehmet Doğan Beyefendinin, derdinin, davasının daha iyi anlaşılması için işin ehline bakan geniş zamanlı, derinlemesine çalışmalara ihtiyaç olduğunu da ayrıca ifade etmek isterim.
III. Yakın Tarihiyle: Himmeti Milleti Olan Adam
Merhum Mehmet Doğan’ın net bir şekilde ifade ettiği gibi yakın tarihimiz tam anlamıyla bir “Batılılaşma İhaneti”dir. Bu mânâda “Batılılaşma İhaneti” devam eden benzer kitap çalışmaları itibariyle, kadim değerlerimize meydan okuyan Batıcı zihniyete karşı, milli ve manevi dinamiklerin hakikat ve gerçeklik çerçevesinde ele alınması ile tumturaklı bir meydan okumadır. İşte onlardan birkaçı:
Yakın tarihin cebren ve hile ile yapıp etmelerine dair kitaplarından biri yazarımızın “Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu”(2009) kitabıdır. Bu kitap bize bunu, kritik dönemeci, bize bu “haysiyetsizliği” anlatır. Burada Cumhuriyet’in kuruluşunu ve kuruluş şartlarını sorgulamakta ve çarpıklığı ortaya koymaktadır. Resmi tanımlamaların temelsiz bir zeminde bulunduğunu ve bu temelsizlikten kaynaklanan yetersizliklerin derin bir kimlik bunalımı meydana getirdiğini açıklar.
Başka bir kitap “Bir Savaş Sonrası İdeolojisi: Kemalizm” (2019) kitabıdır. Bu kitap bize şunu söyler: Türkiye’nin, 1923 sonrası dünya sisteminin zorlamasıyla Millî Mücadele’nin düşünce muhtevasına zıt çerçevede oluşturulan ideolojisi günümüzde geçerliliğini tamamen kaybetmiş durumdadır. O zamanın dünya hâkimlerinin Türkiye’den beklentilerine cevap veren ideolojik muhteva, bugünün dünyasında gerçek anlamda karşılık bulacak durumda değildir. Millî Mücadele’nin 100. Yıldönümünde resmî tarih fanatiklerinin bildik sloganlarla kamuoyunu yanıltma çabalarına çokça şahit olacağız. Konudan büyük ölçüde habersiz geniş bir kesim de bu efsaneleri baş tacı edecektir. Konuyla ilgili bilgi kirliliği bu sene yakın tarihimizi doğru kavrama yılı ilan edilerek etkisiz hale getirilebilir.
Yakın tarih serisinde bir başka kitap “Türkiye’de Darbeler Müdahaleler ve Siyasi Sistem” (1990) kitabı. Türkiye’de darbeci geleneğin dayanaklarını koruma konusunda ısrarlı bir tavırla karşılaşılmakta olduğu anlatılır. Bazı kesimler için Türkiye, değişimini altmış-yetmiş yıl önce tamamlamış ve değişmez/değiştirilemez bir yapıya kavuşturulmuştur. Bu zihniyetin hâlâ müessir görünmesi ise ülkenin iç dinamiklerinden çok, dış mekanizmaların Türkiye’de iktidarın oluşumuna tesirleriyle ilgilidir. Bu durumda “Türkiye’nin gerçek anlamda kendi kaderini tayin edebilmesi 1. Dünya Savaşı sonrasında belirlenen yapılaşmadan vazgeçilmesiyle mümkün olabilir.” diyerek bu konudaki endişesiyle birlikte önerilerini sıralar.
Ve asırlara bedel bir yılın kitabı: “1932 Yakın Tarihin Karanlık Bir Yılı” (2013). Önemine binaen münhasıran 1932 yılına odaklanmış bir kitap. Rejim, millete rağmen var kılınan putlu ve mutlu azınlığıyla, “Onuncu Yıl Marşı”yla sözüm ona başarılarını kutlamadan bir yıl öncesi 1932’dir. Kültürümüzün hiroşima’sı diyebileceğim tahrip gücü yüksek kültürel yıkımın olduğu bir yıl. Bu çalışma özellikle dine ve kültüre yönelik devrimlerin büyük kıyımını anlatır. Kitapta 1932 yılını genel olarak ezanın Türkçe okunduğu, salânın kaldırıldığı, dilimize en öldürücü darbeyi vuran ilk dil kurultayının yaşandığı, kendi öz musikimizin konservatuvarlarda eğitiminin yasaklandığı bir yıl olması yanında ekonomik, siyasal ve sosyal buhranların yaşandığını belgeleriyle birlikte resmeder.
“Halka Karşı Demokrasi” kitabı bilindik hikâyenin “ironik” ifadesidir aslında. Türkiye’de hiçbir sosyal ve ekonomik grup veya kesim açıkça demokrasi dışı bir sisteme atıfta bulunmamaktadır.
Demokratik sistemin kesintiye uğradığı dönemlerde dahi silahlı kuvvetlerin temsilcileri demokrasi dışı referanslar ortaya koymamıştır. Bu durumda, demokrasi dışı eğilimlerin nereden kaynaklandığı veya beslendiği doğru tespit edilmelidir. Türkiye tarihinde bir “tek parti” dönemi olduğu unutulmamalıdır. Zaten tek parti döneminin anlayışını taşımaya, zihniyetini yaşatmaya devam edenler böyle bir unutmayı imkânsız kılmaktadır. Ancak unutulmaması gereken bir başka husus daha var: Türkiye’de tek parti döneminin demokrasi dışı referanslar için günümüzde de kaynak teşkil ettiği gerçeği.
Cumhuriyet öncesinin ve sonrasının bilinmesinin yakın tarihi, Kemalist rejimi anlamada daha bir yardımcı olacağı açıktır.
Bu bakımdan yazarımız “Cihan Harbinden Cumhuriyet”e alt başlığıyla yayımladığı “Milli Mücadele’nin Zaman Akışı” (1920) kitabı döneminin tam bir seyir defteri olduğu kadar bir inceleme kitabı hüviyetinde de denilebilir. 1914-1923 yıllarını kapsayan zaman diliminde Türkiye ve dünyada yaşanan siyasi olayları, bu olayların kahramanlarını, verilen kararların doğurduğu neticeleri gün gün ele alarak herkesin okuyup anlayabileceği şekilde bir sıraya koyan Doğan, daha önceki eserlerinde olduğu gibi yine “doğru bilinen” birçok tarihi meseleyi vuzuha kavuşturuyor, gerçeğe kapı aralıyor.
“Millî Mücadele’nin Zaman Akışı”nın daha önce yazılan tarihi kronolojik kitaplarından önemli bir farkı da dönemin olayları ve kişilerine ait belgelerin objektif bir biçimde okuyucuya sunuluyor olması.“Milli Mücadelenin Zaman Akışı” içerisinde yer alan, inisiyatif alan şahsiyetlerden birisi hiç şüphesiz Milli Şairimiz Mehmed Akif’tir.
İşte yazarımızın “Mehmed Akif Çanakkale’den Sakarya’ya” (2018) kitabı tarihe tanıklık ederek bize bunu anlatmaya çalışır. Mehmed Akif yaşarken ona düşmanlık edenler olduğu gibi Akif’in vefatından sonra da bir hayli düşmanı oldu. Son senelere kadar onun fikir ve iman arka planına düşmanlıklarını bu sembol şahsiyet üzerinden ifade edenler vardı. Dahası akıl tutulması kalp körelmesiyle son yıllarda aynı fikir ve iman arka planına sahip oldukları sanılan kesimlerden de bir hayli düşman türedi. Rencide edici olan, suret-i haktan görünenlerin insafsız saldırılarıdır. “Eğer Akif düşmanınızsa dostunuz kimdir?”. Akif müdafaası, bu müstesna adama haksızlık edildiği noktada şerefli bir vazifedir.
Milli Mücadelenin manevi kuvvetleri ve şahsiyetleri, gayretleri vardır. İşte zaman ve mekân boyutuyla, sembolik diliyle “Camideki Şair Mehmed Akif” (1989) kitabı bu bakımdan bize çok şey anlatır. Şair Mehmed Akif kendi yüksek şiir kudretinin ihtirasını toplumun dertlerinin önünde tutsaydı, şüphesiz şiirde, şairlikte daha büyük muvaffakiyetler kazanırdı.
Ama o mümindi, halkı en dertli günlerini yaşıyordu ve o halkının dertlerini duyan ve duyuran bir muzdarip olmayı tercih etti. “Câmideki Şair: MehmedAkif”, Millî Mücadele ya da Kurtuluş Savaşı’nın alışılmış resmî görüşün dışında bir çerçeveye oturduğuna dikkat çekerek Mehmed Akif’in bu süreçteki gerçek misyonuna, konumunun belirlenmesine de ışık tutmaktadır.
Akif ekseninde onu da aşan başka bir kitap ise yazarımızın “İstiklal Marşı” (2021) kitabıdır. İstiklâl Marşı’nın mânâsı, mahiyeti, muhtevası, ortaya çıkışı, şairi milletimiz açısından kıymeti ayandır. Buna rağmen Türkiye’nin yakın tarihindeki bir türlü gerçek zemine oturtulamayan kırılmadan ötürü zaman zaman tartışılması ve değiştirilmek istenmesi gibi hususları bir bütün içinde ele alınması ihtiyacının bir karşılığıdır. Bu müdellel derinlemesine yapılan çalışma bir dönem milli şairimizi yok hükmünde sayarak peşine hafiye takılan, yurt dışına çıkarılarak unutulmaya terk edilen Akif’i hak ettiği mertebede ele alarak rejimin elebaşı kadrolarının hasmane rezilliklerini yüzlerine çarpıyordu.
Hiç şüphesiz Merhum Mehmet Doğan’ın tarihi, kültürel kitapları, çalışmaları ve Milli Şairimiz hakkında yazdıkları, gayretleri bu zikredilenlerle sınırlı değildir. Sözgelimi Doğan’ın kurucu başkanı olduğu TYBV bünyesinde, kendilerinin yakın ilgisi ve bilgisi dahilinde değişik vesilelerle “İslam ve İstiklal Şairi Mehmed Akif” etrafında kitaplaşan değişik kutlama, anma, araştırma çalışmalarından haberdarız. Mehmed Akif de Mehmet Doğan da milli ve manevi şuurla mücadele verdiler ve gittiler. Allah bu millete eksikliklerini yaşatmasın, yenilerini yetiştirsin. Yetişin, kıymetini himmetinden alan, “himmeti milleti olan”, “tek başına millet”leşen keyfiyetli adamlar: Yetişin!
Tahsin Gülhan